Bugün 1 Mayıs… Emek ve Dayanışma Günü. Alın terinin, üretimin, sabrın ve çalışmanın kutlandığı bu anlamlı günde, ne yazık ki bazı makamların emeği değil, entrikayı ödüllendirdiğine şahit oluyoruz. Oysa gerçek emek; sadece fabrikada, tarlada, ofiste değil, aynı zamanda kamu görevinde, adil yönetimde ve liyakatli kadrolarda da kendini gösterir. Fakat biz, birçok kurumda emeğiyle değil çevresiyle yükselen, bilgisiyle değil bağlılığıyla yer bulan bir çarpıklığın tam ortasındayız.
----------/------/------/--
Üstelik bu sadece yerel yönetimlerle sınırlı değil. Yeni kurulan müdürlüklerde, özel birimlerde, hatta proje ofislerinde bile “şirket mantığıyla” değil “eş, dost mantığıyla” kadrolar oluşturuluyor. Sonuç olarak ortaya çıkan tablo şu: koltuk var ama vizyon yok; makam var ama hizmet yok. Çapsız adamlar, çerçevesi altınla kaplı sandalyelerde oturuyor; ama ne o altın kalıyor gözümüzde ne de o sandalye saygı görüyor.
Böyle olunca, sistemin tepesinde oturanlar da eli kolu bağlı hale geliyor. Vali bakıyor ama müdahale edemiyor. Kaymakam hissediyor ama çözüm sunamıyor. Çünkü zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür. O en alttaki çapsız, yukarıdakini de aşağıya çekiyor. Bu yüzden ne valinin heyecanı, ne kaymakamın çözüm üretme arzusu tek başına yetmiyor. Makamlar itibarsızlaşıyor, devletin kudreti gölgeleniyor, vatandaş ise çözüm değil duvarla karşılaşıyor.
Bu çürümüşlükten çıkmanın tek yolu var: Liyakat. Gerçekten iş bilen, sorumluluk sahibi, halkla temas kurabilen, iletişim kabiliyeti yüksek ve en önemlisi gönül ehli insanlarla çalışmak. Belediye başkanları artık şu soruyu cesaretle sormalı: “Bu kişiyi bu göreve getirdik ama bu görevin ağırlığını kaldırabiliyor mu?” Eğer cevabı içtenlikle “hayır” ise, gereği yapılmalı. Makam bir ikram değil, bir emanettir. Bu emanet, layık olmayanın elinde kırılır.
Elbette kolay değil. Liyakatin yerine sadakati koyan zihniyete karşı direnmek kolay değil. Ama kamu görevi bir cesaret işidir. Hele hele bu şehrin, bu milletin geleceği söz konusuyken, sessizlik suç ortaklığına dönüşür. Her koltuk, arkasında halkın duasını, milletin desteğini hissetmelidir; yoksa o sandalye sadece dört ayaklı bir gösteriden ibaret olur.
Eskilerin sözüdür ama bugün gibi: “Eşeğe altın semer vursan, yine eşektir.” Makamı büyütmek, adamı büyütmez. Ama adamlık varsa, o makam kendiliğinden değer kazanır. Liyakatli bir yönetici hem halkın gönlünü alır, hem kurumunu şeffaf ve güçlü kılar. Ama çapsız bir adam; hangi konumda olursa olsun, önce kurumu yıpratır, sonra şehri, en sonunda da devleti.
Ve işte bu yüzden, değişim sadece sistemde değil, zihniyette başlamalı. Sandalyeleri değil, o sandalyelere oturanları değiştirmedikçe; hiçbir şey değişmeyecek, yalnızca koltuklar daha da anlamını yitirecek.