Bir gün çarşıda, pazarda ya da mahalle aralarında şahit olduğumuz sahneler, aslında toplumun geleceği hakkında bize çok şey söylüyor.
Henüz 12-13 yaşlarında bir çocuk annesine bağırıyor: “Acıktım dedim, beni duymuyor musun lan?” Annesi ise utanmak yerine gülerek, “Duydum oğluşum, az daha bekle, merak etme gebermezsin” diye karşılık veriyor.
Bir başka köşede, 3-4 yaşındaki torun eline aldığı taşı dükkân camına fırlatıyor. Uyarıya fırsat kalmadan dedesi, “Bırak kırsın, benim yiğidim özgür büyüsün. Merak etme, yenisini taktırırız” diyerek gururlanıyor.
Bir baba, daha 4-5 yaşındaki oğluna “Amcana söv oğlum!” diye telkin ediyor; çocuk hakaret edince sevinçten dört köşe oluyor.
Kimi anneler ise 7-8 yaşındaki kızlarını neredeyse çıplak denecek kıyafetlerle misafirlerin önünde oynatıyor, ardından da “Benim kızım ne güzel oynuyor” diye övünüyor.
NESİL BU ŞARTLARDA YETİŞİYOR
Okul bahçesinde nöbetçi öğretmen, sürekli çöp döken öğrenciyi uyarmaya cesaret edemiyor. Çünkü velilerin şikâyetlerini, öğretmene yöneltilen haksız suçlamaları biliyor. Liseye gelen genç, arkadaşından öğrendiğini uygulamaya başlıyor. Üniversite yıllarındaki yozlaşmayı ise artık anlatmaya gerek bile yok…
Sanayide, çıraklıkta ya da sokakta büyüyen gençler de farklı bir yozlaşmanın içinde kayboluyor.
Kısacası, toplumda yetişen gençlerimizin hali ortada. Elbette genelleme yapmamak gerekir; fakat maalesef çok küçük bir azınlık dışında tablo böyledir. Eğer anne-baba, dede-nine, öğretmen-usta, imam-arkadaş sorumluluğunu bilenlerin oranı yüksek olsaydı, bu kadar kolay genelleme yapamazdık. Çocuk bir yerde düşse, diğer tarafta mutlaka tutulurdu. Ama şimdi gençler savruluyor, sahipsiz kalıyor, nereye gideceklerini bilemiyorlar.
GEÇMİŞTE VAR OLAN KORUYUCU YAPILAR
Eskiden farklıydı. Ortaokul, lise yıllarında bizi koruyan yapılar vardı.
Sofra adabından büyüklere saygıya, kul hakkından zararlı alışkanlıklardan uzak durmaya kadar pek çok güzelliği bu yapılardan öğrenirdik. Bunların adı vakıftı, dernekti, hocaydı…
Bizler oralarda büyüdük, oralarda nefes aldık. Bu sayede sevgili edinmeden, zinaya düşmeden, kumara, alkole, uyuşturucuya bulaşmadan üniversiteyi bitirebildik.
Ve en önemlisi: Hiç kimse bize “şuraya sızacaksın, bizim için şunları yapacaksın” demedi. Sadece, “Bulunduğun yerde Allah için çalış, gençlere sahip çık” denildi. Devlet, bayrak, ezan kutsalımızdı. Devlete asla başkaldırılmazdı.
FETÖ VE SONRASINDA YAŞANANLAR
İşte bu sağlam yapıları yıkmadan neslimizi bozamayacaklarını anlayan kirli eller devreye girdi. FETÖ, öyle bir sızdı ki; görüntüde dindardı, fedakârdı, eğitimde zirvedeydi. Allah için çalışan nice kişi bile farkında olmadan gençleri oraya yönlendirdi.
Sonuçta sadece gencecik beyinleri kaybetmedik; gerçek anlamda Allah için çalışan yapılar da itibarsızlaştırıldı. Herkes bütün vakıf ve derneklere aynı gözle bakmaya başladı. Üstüne DEAŞ, IŞİD gibi terör örgütleriyle sahte dini görüntüler üzerinden korku yayıldı. İnsanlar dinden, imandan soğutulmaya çalışıldı.
YENİDEN İNŞA ETMEK MECBURİYETİMİZ
Toplum bu oyunun farkına vardı ama iş işten kısmen geçmişti. Şimdi bu oyunu bozmak zorundayız. Nesil yetiştirecek mekanizmaları yeniden, ama daha güçlü ve şeffaf bir şekilde ayağa kaldırmalıyız. Devlet tarafından denetlenen, gönüllülük esasına dayalı, gençleri hem hayata hem ahirete hazırlayan yapılara ihtiyacımız var.
Bu kurumlar yeniden desteklenmeli, sağlam olanlar ayağa kaldırılmalı, yeni kurulanlar da aynı süzgeçten geçirilmelidir. Çünkü neslimizi eğitmezsek vatan elden gider, geleceğimiz biter, hayat hepimize zindan olur.
Unutmayalım: Bu zinciri ayakta tutacak olan halktır. İktidarlar yalnızca kapıları açar, engel çıkarmaz ve zararlı yapılara karşı koruma görevini üstlenir. Asıl görev bizde.