Şehidlik, İslâm'da en büyük mertebedir. Şehidlerin Allah katında kadir ve kıymetleri pek yücedir.
“Şehit oldum” denmez. Şehitlik verilir. Ama kim verir? Devlet mi? Diyanet mi? Adalet mi? Yoksa halkın vicdanı mı?
Eskiden beri bu topraklarda “şehitlik” sadece bir ölüm biçimi değil, bir anlam meselesidir. Kimi zaman vatan savunmasında canını vermiş bir askerin tabutuna sarılı bayraktır, kimi zaman bir polis memurunun arkasından edilen dua. Bazen bir sağlıkçının pandemi nöbetinde, bazen de bir öğretmenin terör tehdidi altındaki bir köy okulundaki direnişindedir şehitlik.
Ama ya işte tam da burası… Bazen karşımıza öyle vakalar çıkıyor ki, sorular sarsıyor insanı.
Adam hâkim, savcı, kamu görevlisi, vs, vs bu ünvanları uzatabiliriz..Bir gün eşi tarafından ya da başka şüpheli bir şekilde ölü bulunuyor. Sonra açıklamalar başlıyor: “Görevi başında vefat etmiştir… Şehittir.” Peki ama neye göre?
Şehitliği kim tescil eder?
Diyanet mi? O, sadece cenaze namazını kıldırır.
Adalet Bakanlığı mı? O, ölümün adli boyutunu araştırır.
Cumhurbaşkanlığı mı, İçişleri mi, MSB mi?
Yoksa toplumun kolektif vicdanı mı?
Peki kriter ne?
Görevde olmak mı?
Tehlike altında çalışmak mı?
Yoksa ölüme “nasıl” gittiğin mi?
Eğer bir Savcı, Hakim vs. kamu görevlisi, göreviyle ilgili bir tehdit sonucu öldürülmüşse, evet elbette şehittir. Ama eşiyle arasında aile içi bir mesele varsa, ya da bambaşka farklı bir nedense, bu kişi şehit midir?
O halde başka bir vatandaş, örneğin sokakta aynı şekilde öldürülse, onun da devlet şehidi olması gerekmez mi?
O zaman şehitlik “ünvan” mıdır, yoksa “niyetle” mi ilgilidir?
Bir makam şehitlik veremez.
Verirse, o artık şehitlik değil; “etiket” olur.
Şehitlik, kalptedir.
Şehitlik, Allah’ın katındadır.
O yüzden biz diyemeyiz “bu şehittir, bu değildir” diye.
Ama devletin bir kriteri olmalıdır. Ve bu kriter:
Adaletli, Şeffaf, Gerekçeli olmalıdır.
Çünkü halk, gözünün önünde yaşanan adaletsizlikleri görüp de, “bu da mı şehit oldu?” diye içinden geçirdiği an, asıl olan o kutsal makam zarar görür.
Ve inanın, bu zarar bir topluma tankla topla verilebilecek zarardan büyüktür.
Son söz:
Her ölüme bir unvan verilmez.
Bazı ölümler “ölüm”dür, bazıları “şehadet.”
Ama o çizgiyi çizmek devletin değil, hakikatin ve adaletin işidir.
Ve unutulmamalı ki; halkın vicdanı susturulamaz, hafıza unutturulamaz.
Bu kişi görev şehididir” ya da “değildir.”
Ancak bu noktada da bir kırılma yaşanıyor.
Bazı ölümler, kamuoyu baskısıyla veya görevin prestijiyle hemen şehit ilan ediliyor.
Ama bazı gerçek kahramanlar; mesela terör tehdidi altındaki bir köy okulunda görev yapan öğretmen, ya da bir selde halkı kurtaran zabıta memuru, unutuluyor.
Ne Diyanet anıyor, ne devlet unvan veriyor.
Ama halk biliyor. Çünkü şehitlik, bazen sadece devletin verdiği belgeyle değil, milletin kalbinde kazınan izle anlam kazanıyor.
Bu yüzden soruyoruz:
Kim verir şehitliği?
Devlet mi? Diyanet mi? Halk mı?
Yoksa gerçekte sadece Allah mı bilir?
Sahi nasıl verilir..