Zamanla değişen sadece şehirler, kıyafetler, araçlar olmadı; anlayışımız, kanaatimiz ve insanlığımız da dönüştü. Bundan yalnızca elli yıl önce, bugünkü anlamıyla lüks sayılabilecek birçok şeye erişimimiz yoktu ama mutluluğumuz tamdı. Bugün en yoksulumuzun bile cebinde akıllı telefon, evinde çamaşır makinesi, buzdolabı, kalorifer var. Ancak huzur, o sade hayatın arkasında kaldı.
Bir zamanlar koca şehirlerde birkaç araba vardı, ekmek çeyrek ya da yarım alınırdı. Dondurma lükstü, çocukların ağzına düşmezdi; onun yerine buzluğumuzun eski dostu “eskimo” yenirdi. Ayakkabılar lastikti, kıyafetler yıllarca giyilir, sökülür, dikilir, sonra küçük kardeşe devredilirdi. Televizyon herkesin evinde bulunmazdı, durumu iyi olan komşuda topluca izlenirdi. Suyu bidonlarla mahalle çeşmesinden taşırdık. Çamaşır makinesi nadirdi, kazan kurulur, sırayla banyo yapılırdı.
Ama kanaat vardı. Mahalleli bir araya gelir, tarhana yapar, dağ gibi patlıcan oyulur, kuruluklar asılırdı. Bir sofraya kaç kişi sığar demeden çat kapı misafir ağırlanırdı. Komşular birbirinin hatırını sorar, devlet çağırdığında vatandaş koşardı. Siyasete olan saygı bir kenarda, devletin kendisi düşman değil, baba gibi görülürdü.
Bugün ise… Ne yazık ki herkes daha fazlasının peşinde. Elindekine şükretmek yerine, gözünü ötekine diken bir anlayış hâkim oldu. Aile bağları zayıfladı, arkadaşlıklar menfaate dönüştü, çocuklar şımardı, gençler saygısızlaştı. Herkes haklı, kimse sabırlı değil. Tahammül kalmadı. İstekler arttı ama memnuniyet azaldı.
Yaşadığımız büyük felakete rağmen, yani asrın depremini görmemize rağmen, hâlâ sabretmeyi bilmiyoruz. Su kesintileri gibi geçici bir sıkıntıya bile tahammül edemez hâle geldik. Oysa yetkililer çözüm için mücadele veriyor, vatandaşlardan yalnızca birkaç hafta sabır bekleniyor.
Şu da bir gerçek: Artık hepimiz çok konforluyuz ama huzurdan mahrumuz. Maneviyatımızı, kanaat duygumuzu, dayanışmamızı kaybettik. O eski günlerin yokluğunda bile var olan mutluluğu özlemle anıyoruz.
Vesselam, Rabbim o çileli günleri bize tekrar yaşatmasın ama kanaatimizi, insanlığımızı, vicdanımızı da geri versin. En güzel hayatı hak ediyoruz ama bazen geri çekilip manzaraya bakmak gerek. Gözümüzün gördüğünü değil, gönlümüzün eksik bıraktığını sorgulamalıyız.