Çoğumuz yokluklar içinde yetişmiş, hüzünlü; bir neslin dayanıklı ve bir o kadar da yaralı çocuklarıyız! Kimimiz 70’inde, kimimiz 80’inde… Modern dünya dedikleri yaşamın karmaşıklığına çok da aldırış etmiyoruz. Bize ait değer ve yaşam şekliyle yaşama tutunuyoruz. Çocuklarımız, torunlarımız telefonu ve teknolojiyi bizden iyi bilseler de, tecrübelerin önüne geçemiyorlar.
Peki, biz dayanıklılığı ve mücadeleyi nasıl öğrendik?
Çocukluğumuzda her şeyden önce paylaşma ve dostluk kavramlarıyla tanıştık. Plastik oyuncaklar zaten yoktu! Gıslaved marka kara lastik ayakkabılarımızı ayağımıza geçirip, çamurlu yollardan yürüyerek okula gider; yabancı ülkeden gelen süt tozu ile tanışmayı öğrenirdik!
Kar ve yağmur, yaşam sahnemizin en güzel dekoruydu, olmazsa olmazımızdı. Öyle lüks çantalarımız olmadı. Kartona muşambayı, yani naylonu yapıştırdık mı, al sana çanta! Soğuk günlerde ağabeylerimin 2-3 beden büyük palto veya ceketlerini giyerdik. Anacağımız hep yama yapardı, çoraplara kadar… Yamalıklarla örülmüş bir hayatın içinde büyüyen bir garip nesildik.
Yoklukların adam yetiştirdiği bir dönemin içinden geldik. Dayanmayı, mücadeleyi bize o günkü yaşam şekli öğretti. O dönemlerde aynı kaderi paylaşan arkadaşlarımın hepsi bir yerlere geldiler.
60’lı ve 70’li yıllar; yoksulluğun inadına, insani duyguların, komşuluk ilişkilerinin, paylaşmanın tavan yaptığı bir dönemdir. Çoğu insan mahkemeyi bırak, karakolu bile bilmezdi. Bir uyuşmazlık durumunda mahallenin akil, yaşlı insanları devreye girer, konu sulh ile kapanırdı.
O dönemde aileler eğitim konularına pek karışmazlardı ama okuma sevdasını ve mücadelesini hep içimizde yaşatırdık. Bununla ilgili bir anımı paylaşayım sizinle: “İt Tepesi” ismiyle bilinen tepedeki ortaokula kayıt yaptırmak için gittiğimde velimin gelmesi istendi. Babamı 6 yaşındayken kaybettiğim için velim yoktu. Bu durumda iş başa düştü. Okulun yolunda bir adamcağıza yalvarıp, okula getirip kayıt yaptırmıştım.
O dönemde yetişen bu insanlara bir “üretim harikası” desek yanlış olmaz. Çok kitap okuyan, araştıran, ailesine yük olmadan hem çalışıp hem okuyan bu nesil; ayakkabı boyacılığından simit satmaya, inşaatlarda amelelik yapmaya kadar birçok işi yapmış; hayatı yaşayarak öğrenmiş ve bir yerlere gelmiştir. Bu yüzden onların yaşamla ilgili anlatacakları çok fazladır.
Muhanete muhtaç olmamış, ne devletine ne de ailesine yük olmayan bu nesil; bir onur abidesi olarak, çocuklarının torunlarının yanı başında dimdik ayaktadır. Hayatın bütün sınavlarını başarıyla tamamlayan bu insanları hayat bitiremedi.
Bu nesil ihaneti gördü… En yakındaki dost kazığının sancısını, yoldaşlığın kutsiyetini, mezara kadar dostluğun ne demek olduğunu bildi. Dostu için can vermeyi de, elindeki son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de bırakmadı.
Bu tecrübe abidesi insanların da kullanım süreleri doluyor, tedavülden kalkıyor. Dünya fani… Her şey gibi yarın bir gün bu son ve özel nesil de göç edip gidecek.
Onun için bu neslin tecrübe ve bilgilerini beyninize ve ruhunuza iyi kazıyın. Kıymetini iyi bilin.