Tel Aviv bombalanıyor. Binalar yıkılıyor. Alevler göğe yükseliyor. İtiraf edelim ki, yıllardır kan kusan, sivilleri katleden bir devletin bu sahneleri yaşaması bir nebze olsun içimizi serinletiyor. Ama bu görüntüler, İran’ı kutsayacak kadar gözümüzü boyamıyor. Çünkü yaşanan her şey, fazlasıyla tanıdık.
Aklıma ikiz kuleler geliyor. O görkemli binaların yıkılışını herkes hatırlar. Orada da birkaç Yahudi ölmüştü ama asıl hikâye daha sonra yazıldı. Ardından gelen işgaller, petrol hamleleri, Orta Doğu’ya demokrasi(!) taşıma projeleriyle kim kârlı çıktı, kim ezildi; iyi biliyoruz. Bugün Tel Aviv’de yaşananlar da bana aynı filmi tekrar izliyormuşuz hissini veriyor.
ABD GEMİ GÖNDERİRKEN, GÜNDEM YİNE “TESADÜFEN” DEĞİŞİYOR
İran’ın saldırıları sonrası ABD, Doğu Akdeniz’e iki savaş gemisi daha gönderiyor. Çekileceği söylenen ABD, Ortadoğu’ya daha da yerleşiyor. İsrail’e silah yağdırmaya, Netenyahu’ya moral vermeye devam ediyor. Tam da “desteği kaybediyor” denilen Netenyahu, yeniden Batı kamuoyunun gözünde “mağdur” haline getiriliyor.
Daha düne kadar vicdanlı insanların dikkat kesildiği Madleen gemisi, artık kimsenin umurunda değil. O gemiyle birlikte harekete geçen yardım konvoyları, STK’lar, vicdan sahibi insanlar bir anda sessizliğe gömüldü. Çünkü spot ışıkları Tel Aviv’e döndü. Kameralar ağlayan İsrailli sivillere çevrildi. Gündem başarıyla değiştirildi.
İRAN’IN ZAMANI HEP MÜTHİŞ AYARLIDIR
Bu ilk değil. İran daha önce de benzer zamanlarda “misilleme” yaptı. Ama inandırıcılığı çoktan yitirdi. Son bombalar biraz daha “gerçekçi” görünsün istediler belki. Olan öldürülen subaylara, sivillere oldu. Netice itibariyle Netenyahu bir taşla birkaç kuş vurdu. Dünya kamuoyunu susturdu, Batı’dan yeniden destek aldı, içeride koltuğunu sağlamlaştırdı.
Bakın, İran saldırıya geçer geçmez İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya’nın İsrail’e destek mesajları arka arkaya geldi. Tesadüf mü? Elbette değil. Oyun büyük. Ve roller senelerdir aynı aktörler arasında dönüyor.
İRAN NE ZAMAN DOST OLDU Kİ?
İran’ı tamamen düşman saymayalım ama dost da sanmayalım. İslam dünyasıyla hiçbir zaman tam manasıyla barışmadı. Şii hilali politikası, mezhepçilikle süslenmiş fitne faaliyetleri, Suriye’de halkı yeni yönetime karşı kışkırtmaları hâlâ hafızamızda. Bugün sahip olduğu istihbaratın, ordunun, devlet aygıtlarının kimin kontrolünde olduğunu da görmek lazım. Perde arkasındaki MOSSAD etkisini küçümsemeyelim.
Tarihi gerçekleri unutursak, duygularla hareket edersek büyük hata yaparız. İran, kendi halkını bile defalarca sattı. Türkiye’yi de bir gün satmayacağının garantisi yok.
OYUN BÜYÜK, TÜRKİYE’NİN YERİ ÇOK FARKLI
Dün yeni bir dönem başladı. Ve bu dönem bizi çok yakından ilgilendiriyor. Tiyatro bir süre sonra biter, perde kapanır. Ama İran halkı bu kez yöneticilerine daha çok güvenir hale gelir. İran-ABD-AB yakınlaşması bir şekilde su yüzüne çıkar. Ve iş dönüp dolaşıp Türkiye’ye gelir.
Çünkü bölgede İsrail’in korktuğu tek güç biziz. Bunu onlar da çok iyi biliyor. Arz-ı Mev’ud hedefi önünde en büyük engelin Türkiye olduğunu bildikleri için her adımı sabırla, ince ince işliyorlar. Filistin topraklarına gelen birkaç Yahudi’den bugüne gelinen noktaya bakın; her şey nasıl planlıymış, görürsünüz.
DEVLETİMİZE GÜVENELİM, OYUNA GELMEYELİM
Devletimiz, gelişmeleri dikkatle izliyor ve ona göre tedbir alıyor. Millet olarak bizim yapmamız gereken ise; sabırlı olmak, devletimizin yanında durmak ve kimin neye hizmet ettiğini iyi analiz etmek. Bu dönemde bilgi kirliliği çok tehlikelidir. Yalan yanlış bilgilerle halkı kışkırtanlara, düşmanın ekmeğine yağ sürenlere prim vermemek gerekir.
Son söz: Ortadoğu’da oyun bitmez ama herkes her rolü oynayamaz. Türkiye bu oyunun seyircisi değil, başrolüdür. Bu yüzden güçlü, temkinli ve uyanık kalmalıyız.