“Dünün ihmali, bugünün meselesi olur.”
Bugün yaşadığımız birçok yapısal sorun gibi emeklilik meselesi de geçmişte yapılan hataların, popülizmin ve sorumsuz siyasetin bir sonucudur. EYT kararı bu ülkenin geleceğine yapılmış ciddi bir yanlışlıktı. Üstelik bu konuda sadece iktidar değil, muhalefet de aynı çizgide birleşmişti. Ortada bir sorumlu varsa o da sorumsuzlukta yarışan siyaset kurumudur.
Oy kaygısıyla yönetilen devlet yalama olur
Devlet aklı oy hesabıyla çalışmaz. Devletin temel meseleleri, mahalli idareler de dahil olmak üzere popülist yaklaşımlarla şekillenemez. Aksi takdirde yönetim gevşer, işlerin ciddiyeti dağılır, yolsuzluk, kayırmacılık ve hırsızlık sistemin içine sızar. Bugün geldiğimiz noktada Ankara bürokrasisi ortadan kaldırılsa, sadece oraya harcanan kaynaklarla ülke yeniden ayağa kaldırılır.
Merkeziyetçi yapı, işleri yavaşlatmakla kalmıyor; daha fazla memuriyet, daha fazla kırtasiye, daha fazla israf doğuruyor. Türkiye’de bir işi üç kişi yapıyor. Bu yük sürdürülebilir değil. Kadrolar şişmiş, istihdam plansız, verim düşmüş. Bu tablo demokrasiyle de açıklanamaz; bu, çarpık bir devlet organizasyonunun göstergesidir.
1993 yılında bir Japon mühendis, bana “Türkiye’de sadece yolsuzluk ve israf yarıya inse, bu ülke uçar” demişti. Aradan geçen 30 yılda ne yazık ki o tespitin hâlâ geçerli olduğunu görüyoruz.
Herkes erken emeklilik derdinde, peki vebal kimin?
Üretmeyen, çalışmayan ama maaş alan milyonların yükü sırtımızda. Emeklilik artık hem emekliye hem devlete yük. Nüfusa oranla emekli sayımız korkutucu düzeyde. Bugün Anadolu insanı hâlâ devletçidir, gerekirse sofrasını paylaşır. Ama mesele sadece iyi niyet değil. Gerçek şu ki nimet zengine, külfet orta ve alt gelirliye yıkılmış durumda. Vergi politikaları dahi bunu gösteriyor: dolaylı vergiler tavan yapmışken, büyük holdingler vergi affı ve teşviklerle besleniyor.
Bu sistem sürdükçe zengin daha zengin, yoksul daha yoksul oluyor. Adını koymak gerekirse; “Yaşasın Kapitalizm!” sloganı ile yönetiliyoruz. Ama biz “Müslüman bir ülkeyiz” demeye devam ediyoruz.
Necip Fazıl’ın dediği gibi:
“Bu taksimi kurt yapmaz…”
Emekliye reva görülen bu mu?
Emekli maaşıyla insanca yaşanabilir mi? Promosyon konuşuluyor, sosyal yardımlar paylaşılıyor ama esas mesele maaşın kendisi. Bu tür destekler, emeklinin onurunu daha da zedeliyor. Bir emekli 15 bin lira alırken, bir milletvekili yan ödemelerle birlikte 200 bin lirayı geçiyor. Bu fark sadece gelir değil, izzet farkıdır.
Daha da garibi: on yılda emekli olan da, yirmi beş yıl prim yatıran da aynı maaşa yakın ücret alıyor. Bu nasıl bir adalet? Hangi hukuk, hangi mali mantık bunu izah eder?
Bir avukata, bu adaletsizlikle ilgili dava açmak istedim. “Bu davayı hiçbir hâkim kabul edemez” dedi. Çünkü sistemin kendisi bu dengesizliği üretmiş durumda.
Emeklilik havuzuna yatırılan primle maaş arasında bağ olmalı. Eğer ben bu sisteme milyonlarca lira aktarmışsam, on yıl çalışanınla aynı maaşı alamam. Bu eşitsizlik sadece yanlış değil, aynı zamanda utanç verici.
Üstelik bir de “son üç buçuk yılın primi” üzerinden maaş belirlenmesi gibi akıldışı bir sistem var. O zaman sormak lazım: Madem bu ülke bu kadar emekliyi kaldıramıyor, neden yıllardır emekliliği kolaylaştıran adımlar atılıyor?
Emekli emeklemeye devam ediyor…
Bugün gelinen nokta, siyasetin oportünist bakış açısının, oy kaygısının, popülizmin ve günü kurtarma zihniyetinin sonucudur.
Devletin adil bir emeklilik sistemi kurması şarttır. Adaletin olmadığı yerde aidiyet, sadakat, üretim ve fedakârlık da olmaz.
Velhâsıl…
Emekli hâlâ emekliyor.