Çanakkale Zaferinin 105. yıl dönümünde yine ‘’ tarih’’ konuşuldu, duygusal ifadeler kullanıldı, resmi kurumlarda ve okullarda törenler yapıldı. Ama olaydan çıkarılacak dersler ortada kaldı.
‘’Zaferleri arkamıza almak’’ düşünür Sezai Karakoç’un ; ‘’ Geçmişi unutmayalım; ama geçmişle de yaşamayalım. ‘’ cümlesi de İzzet Begoviç’ in.
Sadece tarihin ve tarihi zaferlerin kronolojik bilgisiyle yetinmek; analizini, sentezini, felsefesini yapmamak bilgi hamallığından, farklı bir uyku modundan başka bir şey değildir.
Adı ‘’ zafer’’ bile olsa, sorgulanmayan zafer ve tarih; gelecek nesil için bir enerji, sinerji kaynağı, ders alınacak bir alan olmaz.
Tarihi analiz ederek yazmak, tarihi yapmaktan daha önemlidir.
Bugün, bilgi ve teknoloji, ekonomik seviye uluslar arası gücün dayanağı ise; biz bugün, zaferlerimizi anlamlandırmak için bu alanı konuşmalıyız. Okul müfredatları buna göre hazırlanmalı. Gençler, alanı ne olursa olsun, öncelikle; dostunu düşmanını bilen, statejik düşünen, tarihi hap gibi yutmayan, olayların analizini yapan, tarihi sorgulayan bir komutan, bir lider ruhuyla yetiştirilmeli. Anadolu’ da yaşamak bunu gerektirir. Yoksa tarihin ve zaferlerin anlatımı ninniye dönüşür.
Çanakkale Zaferi’ nin, ödenen bedeliyle orantılanarak değerlendirilmesi, detaylı analizinin yapılması gerek. Savaşta stratejik hatalar yapıldı mı? İki yüz elli bin-çoğu aydın- insanımızı neden kaybettik? Bir müddet de olsa savaşın yönetimi Alman komutana neden verildi? Osmanlı Devleti bu hale neden düştü? Osmanlı Ordusundaki sabataistlerin, dönme paşaların, masonların devletin ve ordunun çözülmesindeki rolleri neydi? Daha sonra Alman gemileri sessizce Karadeniz’e açılıp Sivastopol’ u neden topa tuttu?...
Soruları çeşitlendirmek mümkün.
Her metre karesine, adeta havada çarpışan onlarca kilo mermi, gülle düşen, ufacık bir kara olan Çanakkale; açılan siperleriyle, kullanılan tüm savaş malzemeleriyle, kıyametin yaşandığı bu coğrafya savaş sonrası olduğu gibi neden korunmadı? Neden savaş alanı, yamyamların vahşetini gösterecek bir açık hava müzesine dönüştürülmedi?
ÇANAKKALE NEDEN UNUTULDU?
Savaş sonrası Çanakkale Zaferi unutuldu, unutturuldu. Çanakkale’yi 1960‘ lardan sonra hatırladık. O mahşeri olayı, savaş alanını temizleyerek unutturduk. Savaşın bıraktığı demir enkazı, yok pahasına hurdacılara satıldı.
Dünyada emsali olmayan bu savaş meydanı yaşatılmalıydı. Şu an Yarım Ada’ da yapılanlar da zaferle orantılanamaz durumda.
Sözgelimi ‘’ Çanakkale Müzesi’’ diyeceğimiz çok amatörce yapılan tek bir müze var. O da bir köylü vatandaşın. Köylü, merak etmiş, evini kırık dökük bir müzeye dönüştürmüş. Üzülerek ifade edelim ki o emeği de 12 Eylül sonrası Kenan Evren köylünün elinden almış. Bu, müze sahibinin ifadesi. Daha sonra köylü vatandaş, tekrar malzeme toplayıp müze oluşturmuş.
Devletin yaptığı müze ve müştemilat, mimari yapısıyla savaşın ruhunu yansıtmıyor.
Kısacası savaşın tapularını, belgelerini ortadan kaldırmışız.
Sadece bununla kalsa…. Zaferin kazanılmasının baş kahramanı Gazi NUSRET MAYIN GEMİSİ’ ni savaş sonrası birilerine vermişiz. Müslüman olmayan biri olma ihtimali yüksek; çünkü gemiyi ticaret yapan alır. Ticaret de o zaman azınlıkların elinde. Yani dönmelerin ve döndürülenlerin.
Gemi daha sonra yük taşıyamaz olur. Gazi gemi hurdacılara verilir. Hurdacı gemiyi jilet fabrikasına satacakken Tarsus Belediye Başkanı gemiyi satın alıp müzeye dönüştürür. Yoksa, Çanakkale’nin tapusu olan gemi yok olacakmış.
Ne gariptir ki iki adım ötedeki TRUVA’ da onarım, bakım mükemmel, onlarca görevli hizmette; ama Çanakkale halâ sıra bekliyor. Lütfen gidip görün.
‘’BU VATAN KİMİN?’’
Ülkemin sınırları, coğrafyası, güvenliği benden ; ama ekonomik, siyasi sınırlar ve gizli diplomasi yerli ve yabancı azınlıklardan, sabataistlerden, dönmelerden sorulur. Vatan; Kafkaslar’ da, Yemen’ de, Balkanlar’ da, 1. Meclis’ te benim; 2. Meclis’ te, ekonomide, sermayede onların. Yani ülke, savaşta ve cephede benim, barışta onların.
Çanakkale’de kaybettiğim aydınımın yerini de Cumhuriyet sonrası bunlar doldurdu. Bakanlıklar, hariciye, bürokrasi…
Anadolu çocuğu’’ ithalat, ihracat, ticaret’’ kavramlarıyla daha otuz kırk senedir tanışıyor…
Yerli sermaye daha bu işin çıraklığını , taşaronluğunu yapıyor.
Anadolu insanı , ürettiğini aracı kalpazanlara kaptırmaya, asgari ücretle, emekli maaşıyla’’ fedakârlık’’ yapmaya; enflasyonun, dövizin, altının arkasından koşmaya; yani nöbete devam ediyor.
O zaman Çanakkale Savaşı’nın karşılığı bu tablo mu?
‘’Yaşasın Kapitalizm!’’
Aziz Milletim; tarihimle, kutsal değerlerimle uyutuluyor olmayayım.
Çanakkale’nin karşılığı; gelir dağılımında adil, kalkınmış, son teknolojiye hakim, 40 doların 1 tl olduğu, ama kapitalizme esir olmayan bir ekonomiyle dünya lideri ülke olmaktı.
Aziz Milletim, dünyadaki mali oligarşiye, sermaye hokkabazlığına, dolar, banka, borsa oyunlarına ancak sen dur, dersin. Yönetimde sen yoksan bu ülke bağımsız değildir.
Türkiye’de milli sermaye, bankalar, Merkez Bankası kimin elinde? Ülkem yabancı sermayenin sarmalı altında. Gelir dağılımı tam bir kapitalizm!
Gizli diplomasi de iki yüz senedir ‘’ gizlilerin’’ elinde.
Çanakkale bana o günü değil, bugünü sorgulatmalı. Zaferleri anmak böyle anlam kazanır.
İçim yanarak ifade edeyim. Çanakkale’nin baş kahramanı Nusret Mayın Gemisi’nin gazi arkadaşı Seyit Onbaşı, birçok gazi gibi, devletim güçsüz, diye gâzilik maaşını almamış. Edremit’te zeytin masmalasında hamallık yaparken verem hastalığına yakalanıp rahmetlik olmuştur. Daha acısı Edremit’e gelen Atatürk’ün huzuruna çıkarılırken giydirilen elbise sonra tekrar alınmıştır.
Anadolu insanı halâ fedakarlık yapmaya devam ediyor.
Necip Fazıl’ın ifadesiyle:
‘Allah’ın on pulunu bekleyedursun on kul
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul
Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa.’’
. . . . . . . . . . . . . . . .
ÖDENEN BEDELİN KARŞIĞI
Japonya, Hiroşima’nın karşılığını aldı, ben Çanakkale’nin karşılığını yüz senedir bekliyorum.
Bugün benim Çanakkale’yi konuşmaya, yazmaya hakkım yok.
Yüz yıllık Cumhuriyet döneminde çağdaş dünya ne yaptı, ben ne yaptım?Halâ kimlerin arkasında sürükleniyorum? Nato ve Avrupa Birliği sevdasıyla hangi anlaşmalara imza attım? Bu anlaşmalardan milletin haberi var mı? Hatta oylamalarda parmak kaldıran vekiller bu anlaşma metinlerini okudu mu?
Son dönemde savunma alanında gösterdiğimiz atılımları takdirle karşılarken, bu Aziz Millet’ e; 1925’ te uçak, tank, her tür silah, bomba, mayın… yaptığımızı ve bu gelişmelerin Nuri Killigil’ in cesedinin parçalanmasına, Nuri Demirağ’ın iflasına, Selahattin Alan’ ın ölümüne neden olduğunu da hatırlatırım.
Kapitalizmin kanunlarının işlediği, 1 doların 40 tl olduğu bir ülkede, paranın yüzde yüzlere varan değer kaybı ile milletin gazını alan gaz ve petrol çıkarmayla… ‘’Çanakkale… ‘’ diyemem.
Şunu bilelim ki bu toprakların altı zannettiğimizin çok ötesinde madenlerle, gazla, petrolle, zenginlikle dopdolu. Hani bor, uranyum, toryum? Sattığımız mı çok, işlediğimiz mi? Şu an sadece kaybettiklerimizin izini bulduk. Daha olmam gerekenin çok gerisindeyim.
Osmanlı’dan günümüze bu coğrafyada neler çalınmadı ki. Halâ doğal zenginliklerimizin sömürüldüğü kanaatindeyim. Maden yasasını inceleyebiliriz. Türkiye’de hangi maden yatakları hangi yabancı şirketlere verildi? Devletin hangi mal varlıkları, su alanları, toprağı, fabrikaları kimlere satıldı? Bu durum yeni çağın dolaylı işgal hareketidir.
Bu açıklamalarla konu dağıtılmıyor, bilakis mecrasına çekiliyor.
Hülâsa, o dönemin nesli görevini yaptı ve ölümü öldürerek, mermi yağmuruna aldırmadan Çanakkale Zaferi’ni kazandı. Bırakın bu zaferle o şehitler ve gaziler övünsün.
Ben Çanakkale Zaferi’ ne eş ‘’Ne yaptım, ne yapmam gerekir?’’ i düşüneyim.