Dünya, büyük bir kırılmanın eşiğinde. Savaşlar, salgınlar, ekonomik krizler ve kimyasal bağımlılıklar üzerinden yürütülen bu çağın egemenlik savaşı, artık yalnızca fiziki değil; zihinsel ve ruhsal bir işgale dönüşmüştür. Mesele, yalnızca Batı’nın kendi krizleri değildir. Mesele, insanlığın topyekûn bir narkoz altına alınmasıdır.
Bugün milletlerin çoğu, bilerek ya da bilmeyerek, “küresel narkoz”a teslim olmuş durumdadır. Virüslerle, ilaçlarla, gıdalarla, teknolojik bağımlılıklarla terbiye edilen toplumlar, uysallaştırılmış kitleler haline getiriliyor. Adeta ruhsuz birer figüran. Tefeciliğin, sömürünün, savaşın kaynağı olan Batı ise, bu sürecin akıl hocası olmaya devam ediyor.
Batı, bilim ve teknolojiyi bir medeniyet aracı değil; bir hegemonya aygıtı olarak kullanmıştır. İnsanlık tarihinde hiçbir dönem, bilim ve teknolojinin bu denli zulüm makinesine dönüştüğü başka bir çağ görülmemiştir. Her savaş, her kriz, küresel baronların kasasını doldurmuş; her “çözüm” yeni bir bağımlılık kapısını aralamıştır.
Peki milletler neden susuyor? Neden direnmiyor? Çünkü uyuşturulduk. Çünkü “uysallaştırıldık.” Gübreye, ilaca, gıdaya, aşıya bağımlı hale getirildik. “Yediğinize, içtiğinize dikkat edin” ilahi emri boşuna değildir. Çünkü bugün insanlar, yedikleriyle yönetiliyor. Bu biyopolitik düzenin içinde milletlerin iradesi, “raflara kaldırılmış” vaziyette.
Zihinlerimiz öyle bir kuşatılmış ki, Avrupa Birliği’nin kapısında 70 yıldır bekletilmeyi kanıksadık. Batı’nın önümüze koyduğu her uyum yasasına imza attık, atmaya da devam ediyoruz. Hangi gizli anlaşmalara imza atıldığını bilmeden, gözümüzü kapatıp ilerliyoruz.
Ama her şeye rağmen umut vardır. Tarih boyunca medeniyet güneşi Doğu’dan doğmuştur. Bugün insanlık Türk milletinin yeniden dirilişini, yeniden öncülük yapacağı bir uyanışı beklemektedir. Çünkü bu milletin genlerinde özgürlük, adalet ve direniş vardır. Çünkü bu millet, mankurtlaşmaz, köleleştirilmez.
Ancak bu uyanış, salt bireysel çabalarla değil, devlet aklıyla, kurumsal kararlılıkla ve milletin ortak ruhuyla mümkün olacaktır. Bilim ve fikir dünyasında atılan her küçük adım, devlet politikasıyla desteklenmedikçe karşılık bulamaz. Zira medeniyet, yalnızca teknik değil; ruh ve şahsiyet meselesidir.
“Ben de varım” diyebilen toplumlar, ancak kendi şahsiyetini inşa edenlerdir. Gerçek eğitim, bireyin kendini gerçekleştirme mücadelesidir. Küresel güçlerin çizdiği kalıplara girmeyen, Batı’nın “deli gömleğini” üzerinden atan bir gençlik; bu dirilişin taşıyıcısı olacaktır.
Bugün Batı, deyim yerindeyse çöktü. Sadece biz farkında değiliz. Zihinleri köleleştirilmiş, vicdanı susturulmuş toplumlar hâlâ Olimpos’un çocuklarını alkışlıyor. Ama bu çöküşü artık dünyaya ilan etme zamanı geldi. Tellallarımız hazır olmalı, kalemlerimiz keskin olmalı, dilimiz hakikati haykırmalı.
Ve son söz: Sekiz insanın sekiz milyar insanı yönettiği bir düzende, susmak ihanettir. Direnmek ise insanlığın onuru.